Karanlık Mod
Açık Mod
Bugün: Nisan 19, 2025
Nisan 19, 2025

BİR GÜNÜN ANATOMİSİ

Bir Günün Anatomisi

Geçici olarak mı geldi yoksa kalıcı personel mi ?” diye sordu limandaki pasaport polisi kadın, biri yaşlı biri genç iki acenteci içeri girip oturduktan sonra. Yaşlı olanı tanıyordu ancak gencin yüzü yabancıydı. Yüzündeki küçümseyici bakış, keskindi.

Yeni geldi ama kalıcı personel.” diye cevapladı yaşlı olan adam. Polisin masasının hemen önündeki sandalyeye oturmuştu. Yan masada başka bir acenteci, gemi evraklarını incelerken bir yandan da diğer masada yaşanan gelişmelere göz ucuyla bakıyordu.

Ha, iyi iyi…” dedi kadın polis sırıtarak. Tırnakları düzgün kesilmemiş ve ellerinde nedeni belirsiz tırnak uçlarına kadar nüfuz etmiş siyah boya benzeri lekeler vardı.

Hah, Allam ya, şuna bak şuna bak, te Allam ya küfür edeceğim şimdi olmayacak. Böyle şey olur mu ya ?” diye sesli bir şekilde hayıflandı. Kimseden meraklı bir bekleyiş içinde soru gelmediği için daha da yüksek sesle ve ateşli bir şekilde sızlanmayı sürdürdü. Telefonunda gördüğü bir şeyden olacak, siniri bozulmuşa benziyordu. Genç adam muhabbete dahil olmak istemediğinden, diğer iki acenteci ise kadının ne mal olduğunu bildiğinden olsa gerek, muhabbeti katiyen açmak istemeyip kendi işlerine bakıyorlardı. Bir süre sonra dayanamayan kadın memur telefonu, önünde oturan yaşlı adama doğru gösterip onu neyin sinirlendirdiğini açıklamaya başladı:

Bak görüyon mu? Şu arkada bizim puşt politikacı var. Önde de Abdullah Gül. Gördün mü bak aha şu !” diğer elinin işaret parmağı ile de bu pek “ünsüz” devlet adamını karşısında oturan yaşlı adama gösteriyordu.

Evet evet gördüm.” dedi adam. Başa gelen çekilir diye iç geçirdi. Olan olmuştu artık.

Kadın memur dünyanın en önemli sırrına sahip bir edayla sırıtarak sordu:

Heh, yanındakilere bak, kim şu? Yok hayır arkadakini demiyorum. Sağına soluna baksana ya! Aha şu kadınla bu kadın. Kim bunlar?.. Ne bileyim ben isimlerini. Başka ülkelerin liderleri onlar anladın mı şimdi? Bir daha bak bakayım karısı nerede? Yaa di mi, yanında değil. Bak bu bizimki, sağında başka bir kadın solunda başka bir kadın. Eşi de diğer kadının yanında. Olacak iş mi Allah aşkına ya! Hangi dünyada yaşıyoruz var mı böyle bir şey ?

E tabi, doğru söylüyorsun.” demekle yetindi adam. Polis, yüksek sesle hayıflanmasını sürdürürken bu “rezaleti” herkesin görmesi için karşısında biraz uzakta oturan genç adama da aynı ritüeli gerçekleştirdi.

Şşşt genç, sen de bak sen de! ” telefonu ona doğru uzattı. Genç adam yalandan eğilir gibi yapıp gözlerini kıstı. Fotoğrafı belli belirsiz seçebiliyordu. Zaten beş saniye sonra da telefonun ekranı kapandı ama hiç bozuntuya vermedi. Sadece dudaklarını büktü kadını onaylarcasına. Sırasını bir an önce savmak istiyordu. Az sonra yan masada oturan adam “N’olmuş abla ? Göster ben de bakayım.” demesiyle ortamın manyetik alanı bir anda dağılmıştı. Odak, başka yöne kaydı. Kadın memur telefonu ona da çevirip aynı şeyleri tekrarlamaya başladı.

Abla şu telefonu aç da bir bakayım ekran gözükmüyor.” dedi adam. Kadın atik bir şekilde resmi büyüttü ve tüm detaylarına hakim olduğu bu hikayeyi ve arka planını bir kez daha yorulmadan aynı heyecanla anlattı.

E tamam da protokol öyledir ya.

Ya bırak yemişim protokolünü, ayrıca protokol böyle olmaz. Benim eşimin yanına başka iki karı oturacak öyle mi? Bacaklarını kırarım onun.

Orası öyle de rastgele olmaz yani bu işler. Öyle oturdularsa vardır bir nedeni, rastgele oturulmaz böyle bir yerde. Protokol öyledir.

“Yav hayır hayır, protokol olmaz böyle. Ben bilirim protokolü. Ayrıca protokol de olsa oturtmazsın karını kendinden uzakta. Olur mu öyle şey bırak allasen. Paramparça ederim o adamı ben. Ha benim eşim de uzakta oturamaz benden orası da ayrı yani, çok istersen değiştirirsin protokolü n’olacak ?

Keyiften dört köşe biçimde gümrükten el koyduğu -ya da “hediye gelen”- yabancı girişli sigara paketinden uzun bir Marlboro çıkardı. Ve ilk “fırtı” inanılmaz bir keyifle çekerken külleyeceği plastik çay bardağını önüne çekti. Bu bardaklardan masasında en az altı yedi adet vardı.

Mesela…” sigarasından uzunca bir fırt daha çekti, dumanı kapalı odaya salarken bir yandan da sigarasını küllüyordu.

Mesela eskiden, ta Osmanlı’da, bu elçiler filan padişahın huzuruna çıkacakları vakit iki kez buyur edilirlermiş. Öyle laps diye oturamazsın yani. İkinci buyur’u bekleyeceksin.” Yüzündeki her şeye vakıf olma hali, otuz iki dişi görünen şekildeki gülüşüne de tesir etmişti memurun. Verdiği bilgiyle beraber orgazm olmuş gibi bir hali vardı. Odadaki üç erkeği de gülerek süzdü. Hiçbirinden konuşmaya yönelik bir eylem gelmeyince de kendisi konuşmaya devam etti:

Mesela Polonya elçisi geldi di mi? Önce oturacağı yer gösterilir ama adam oturmaz! İkinci kez buyur edilince oturur. Adab-ı muaşeret kuralıdır bu.

Önce padişah oturur sonra diğerleri oturur.” diye ekledi yan masadaki adam.

Bilginin yanlış olduğunu düzeltmeye yönelik bir söz müydü bu yoksa memurun dediğini destekler nitelikte miydi diye düşündü genç adam. Bu gergin tiyatro oyunu can sıkıcı bir hale bürünmüştü.

E orası zaten öyle, Kafana göre oturamazsın haşa. Oturursan kafan gider. Ama dediğim gibi ikinci buyur’u beklemen gerekiyor.” ısrarını sürdürdü kadın. Söndürdüğü sigaranın ardına bir sigara daha yaktı.

Hatta hala daha farklı şekilde devam eder bu gelenek ama biz farkına bile varmayız. Şimdi mesela evine misafir geldi di mi, iki kere buyur edersin. İlkin kapıdan içeri girerken buyur dersin, sonra da salona, mutfağa, oturma odasına nereye oturtacaksan oraya buyur edersin… Yaa…” karşı tarafın aydınlanmış olduğuna kanaat getirerek herkesi güzelce süzdü. Üç ayrı kafa, belirli bir ritim içinde aşağı yukarı hareket ederek onayladı memuru.

“Hazretleri ne de güzel konuşuyor. İlim şelalesinden kepçeyle ağzımıza bilgi akıyor ya Rabbi!”

Gelenek ve adet varmış eskiden. Bak gördünüz mü yeni bir şey öğrendiniz sayemde. İyi yine para falan almıyorum sizden ha! Bilgilerimden ücretsiz faydalanıyorsunuz. Bende daha ne engin bilgiler var bir bilseniz. Çok okur araştırırım hep, ondan dolayı. Leb-i derya gibiyim maşallah. Bende bilgi falan bitmez. Mesela bir yeğenim var psikolog kendisi,” genç adamı göstererek “sen geldin ya buraya, eğer sol bacağını sağ bacağının üstüne atarsan, karşındakini dinlemiyormuşsun anlamına gelirmiş. Ama sol bacağını sağ bacağının üstüne atarsan, senin dediklerini dinliyorum, iletişime açığım anlamına geliyormuş !” Genç adam, memurun aynı iki örneği kullanmasını çok umursamadan şaşırmış bir ifadeye büründü. Yandaki adam lafa girerek:

Evet doğru, mesela bu Boris Cansın var ya sarışın olan adam, İngiltere Başbakanı, bir görüşmede bunun omzuna elini koyuyor bizimki, adam koca İngiltere Başkanı, ayağa kalkıyor selam veriyor!

Hani dünya liderleri el sıkışır ya, elini üste koyan buranın hakimi benim diyor aslında.” dedi kadın memur, adamı destekler bir biçimde ve ekledi:

Hatta bunlar elini bizimkinin üstüne koyuyor ya, bizimki diğer eliyle adamın elini kapatıyor komple vallahi, haddini bildiriyor, buralar benden sorulur demek istiyor aslında.

Bu arada bu Boris de Türk aslen.” dedi yandaki adam. Bunun üzerine hiddetlenen kadın memur:

Kim? O sarışın kafa mı? Bırak allasen ya nereye Türk? Sarışın bir kere adam.

Evet Türk adam, direkt kendisi değil tabi ama dedesi Osmanlı’dan biriydi adını unuttum şimdi.

Hah, Osmanlı’dan biriymiş bir de! Adam Yahudi Yahudi! Nasıl Türk? Olsa olsa dönmedir o.

Dönme mönme bilemem ama öyle bir şey duymuştum.” Memur muhabbeti bitirircesine ayağa kalktı ve kapının yanında duran askılıktan ceketini alıp yeni bir paket daha çıkardı. Sigarasını yakarken sesli bir şekilde düşündü:

Allah’ım ya ölümümü düşünüyorum hep, nasıl ve nerede ölecem acaba?

Meteor !” dedi kadının masanın önünde oturan adam. Bu sırada içeri gümrükten başka biri daha gelip beklenilen turistin geldiğini söyledi. Bunun üzerine dördü beraber avluya geçip turistin evrak işlerini halletmeye başladılar.

Adama bak 46 doğumlu ama en fazla 50 gösteriyor.” dedi yaşlı adam. Adamdan daha genç olmasına rağmen daha yaşlı durmasına içerlenmişti.

Aman bırak ya! Götü buruşmuştur bu pezevengin. Kendilerine iyi falan bakıyorlarmış martaval hepsi. Adam Norveçli tamamen genetik işte, güneşin geliş açısının da etkisi var.” dedi kadın memur.

Beş on dakika kadar sürdü evrak işleri, kadın memur pasaportu turiste geri verirken genç adama sormayı da ihmal etmedi:

“Sorsana bi, Türklerin misafirperverliğini beğenmiş mi?”

08.10.2023 Antalya

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

SON GÖNDERİLERİM Blog

apokrifler

APOKRİFLER – I

“Her gece kafamın içinde apar topar bir mahkeme kuruluyor. Hakiminden savcısına, davacısından izleyenlere, hatta mübaşir bile bana karşı ön yargılı gibi. Haksız da sayılmazlar üstelik. Karşı tarafın sunduğu iddialar ve onları destekleyen
Doğukan Akbalık - Karalama Defterinden Çıkanlar

KARALAMA DEFTERİNDEN ÇIKANLAR – I

“Yine de yaşam ve yaşamak, her bir mücadeleye göğüs germek güzel.” Günümüz dünyasında her birimiz belirli bir yaşa kadar görünmez bir kubbe altında yaşıyoruz ve tam olarak da işte bu kubbenin, ileride
Doğukan Akbalık Şiirleri

KISA’LAR – IV

ZAVALLI -II Rüzgarla dans eden buğdaylar, Ortalarındaki koca ağaç için güzel görünür. Bu ağacın samimiyetine inanan kuşlar ise Çok uzaklardan gelir sırf dostları için Demek bu özgür kuşların kaderiyse 22.12.15 – Antalya
Doğukan Akbalık Şiirleri

KISA’LAR – III

HAYALLER Bir adım daha yaklaşmışken güneşe Hemen altımda sisin ardında ağaçlar Rüzgar okşarken kapıları açık ruhumu Yarışıyor bir yandan siyah kuşla ta dereye Kadar, bazen katılmak istiyorum geri verip ruhumu 22.12.15 –
kuşlar

KUŞLAR

Ayın yorgun ışıkları, taş yolda bolca bulunan çukurların içindeki berrak sudan yansıyordu. Kaldırımda belirli aralıklarla bulunan sokak lambalarından birkaçının bozuk olması ve geri kalanlarının titrek bir ışığa sahip olmasında dolayı, iki katlı

Bunu atlamayın

kuşlar

KUŞLAR

Ayın yorgun ışıkları, taş yolda bolca bulunan çukurların içindeki berrak