Cesur Yeni Dünya, daha çok bir üzüntü, şaşkınlık ve hayıflanış kitabı. “Bizler, medeniyetin meşalesini daha ileriye taşımakla kutsanmış olan bizler, Batı medeniyeti, nasıl oldu da kendimizi ve dünyayı alaşağı ettik?” düşüncesini buram buram hissediyorsunuz.
Geçenlerde elime bir kitap geçti, öyle nadir veya çok bilinmeyen bir kitap da değil üstelik, çoğu kişinin okumamış olsa da en azından bir iki sefer adını duymuş olduğu bir kitap: Cesur Yeni Dünya.
Öncelikle kitabın yazarı Aldous Huxley’in önsöze eklemiş olduğu ve açık sözlülükle “şu şu kısımları daha iyi bir şekilde kurgulayabilirdim, bu kısım daha farklı olabilirdi” diye özetlenebilecek kısa bir -kendine eleştiri- kısmı hoşuma gitti, bunu belirtmem gerekiyor. Çok sık karşılaşılan bir durum değil.
Kitap, 632 AF (After Ford) yılında geçiyor. Tek dünya devletinin var olduğu, sistemin çarklarının eksiksiz -veya çok az kusur ile- işlediği, bireyin varoluşunun, “toplumun fonksiyonel bir parçası olma” potasında erimesiyle yok olduğu bir düzende kafası karışık Bernard, Hemholtz ve Vahşi’nin hikayesine tanık oluyoruz.
Kendi döneminin ruhuna uygun bir distopya olduğu söylenebilir. 1932’den ileriye dönük bir projeksiyon yapılacaksa, büyük ihtimalle az çok buna benzer şekilde yapılabilirdi. Bunu “vay efendim yıl olmuş bilmem kaç ama insanlar halen daha 20. Yüzyılın ilk çeyreğindeki teknolojileri kullanıyorlar” olarak değil, o dönemki Batı dünyasının içinde bulunduğu travmatik ve depresif ruh hali üzerinden söylüyorum.
Bilim, teknoloji ve medeniyetin ilerleyişinin, insanlığa sunduğu nihai sonucun kitlesel ölümler, yıkım ve bir dünya savaşıyla son bulması, kitapta satır aralarına işlenmiş. İnsanın kültür perspektifinden daima “iyiye” ve “ileriye” gideceği düşüncesi ve bunun sonucunda Tanrı’yı -dini boyuttan çok ahlaki boyutta yer alan en üst mertebe- öldürüp, yerine etkin bir herhangi bir şey koyamaması, bununla beraber yaşama amacının yegane bir biçimde tüketime indirgenmiş olması, kitapta yazıldığı döneme dair vurgulanan kilit noktalardan. Huxley’nin tüm anlatmak istediklerinin kitabın sonlarında Mustafa Mond, Hemholtz, Bernard ve Vahşi’nin aynı odada bulundukları esnada gelişen diyaloglarda açığa çıkıyor. Sırf son 45-50 sayfası için bile okunabileceği kanaatindeyim.
Öte yandan, dünyayı tek bir devletin/şirketin yöneteceği bir senaryoda, insanların mutluluğunu kim, neden takar?
Dünya devleti ve dünya vatandaşı olması için, öncelikle dünya polisi ve onun şiddetinin caydırıcı ve istikrarlı olması lazım. Buna yönelik birkaç ufak “an” dışında, kitapta buna yönelik hiçbir emare yok. Kitleleri kontrol altında tutmak için, mutluluk, soma (kitapta geçen bir çeşit sedatif bir uyuşturucu) ve ahlaki dogmalardan arınmış sınırsız seks yeterli değildir. Korkutma, sindirme, yıldırma ve baskı da gerekir. Biri düzenin istikrarını bozacak hareketler sergiliyor veya düşünceler paylaşıyorsa, senin de elinde kontrolsüz ve sınırsız güç birikimine sahip bir iktidar varsa, o kişiyi Faroe Adalarına değil cehenneme gönderirsin – ya da göndermekten beter edersin-.

İnsanların sadece tüketerek yaşamlarını anlamlandırmasının kabul gördüğü bir evrende, depresif ve bunalım içinde bocalanan karakterlerin öyküsünü dinlemekten çok, güç birikmesinin yozlaştırdığı insanların arasındaki çıkar çatışmalarını ve ayak oyunlarını okumuş olsaydım, daha çok keyiflenirdim. Çünkü bugün bile, ortada bir vukuat varsa, ve taraflardan birinin tüm delilleri “classified” tutma hakkı da bulunuyorsa, olayın tüm detaylarına hakim olan tarafın bu hakkı elinde bulunduranlar olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, kitapta bu yetkilerle donatılmış olan insanların aralarındaki çatışmaları da okuma fırsatımız olsaydı, bu distopik dünyanın çarklarının nasıl işlediğini daha detaylı kavrayabilirdik.
Yine de kitabı okuyunca – ve yazarın geçmişini biraz bildiğiniz vakit- bu kitabın sadece bir distopik kurgu ya da gelecekle ilgili öngörüler olmadığını anlıyorsunuz. Cesur Yeni Dünya, daha çok bir üzüntü, şaşkınlık ve hayıflanış kitabı. “Bizler, medeniyetin meşalesini daha ileriye taşımakla kutsanmış olan bizler, Batı medeniyeti, nasıl oldu da kendimizi ve dünyayı alaşağı ettik?” düşüncesini buram buram hissediyorsunuz.
Bu yüzden, tam olarak distopik bir gelecekten çok, elindeki tüm imkanları karşı tarafı yok etmek için kullanmış medeni ülkelerin düştükleri büyük boşluk ve anlam arayışını, ancak tüketimle karşılayabileceklerini hüzünle anlatan, duygu dolu ve naif bir kitap var karşımızda.
Daha gerçekçi ve insanı derinden etkileyecek, dünyaya bakış açısını alt üst edecek distopik bir geleceği anlatan bir kitap/film/oyun istiyorsanız size önerim, kafanızı birazcık yukarı kaldırıp, etrafınıza bakınmanız olabilir.
27.09.2023 – Antalya
Müthiş bir gözlem, detaylı ve akıcı bir anlatım ve konuya olan yorumlarınızla birleşince çok güzel bi makale çıkmış ortaya Doğukan bey ilk yazınız size şans getirsin, başarılarınızın devamı olsun 🖤 -DS.