İnsan kendine söylemekten korktuğu şeyleri, kendisine, başkaları aracılığıyla söyler.
Öznelliğin temeli bencil olmakta yatar. Ve bu bencilliğin, bilinçaltının derinliklerinde saklanma gibi kötü bir huyu vardır. Dip dalgadır, ilk bakışta fark edilmez. Anlaşılması için üstünden zaman geçmesi gerekir veyahut hiç anlaşılmaz. Doğrudan gözlem yoluyla elde edilebilen bir olgu değildir. Karşındakini anlamanın yolu dolaylı gözlemden geçer. İnsanlar, ne tuhaftır ki, en az kendileri ile vakit geçirir, kendileri ile konuşur. Yarım saat sürecek olan bir yolculukta dahi müzik dinleme isteği de sanırım bu nedenden kaynaklanmaktadır. İnsan ya kendini dinlemeyi sevmiyor ya da bu meziyetten aciz.
Hiç pratiği yapılmamış bir şey ne kadar iyi idare edilebilir? Ömrün boyunca suya ayağını dahi sokmamışsan, yarı olimpik bir havuza ilk atlayışında yüzeceğim demeyi kendine ne kadar inandırabilirsin? Peki hiç kendinle baş başa kalmamış ve kendinle yüzleşip fikir teatisinde bulunmamışsan, kendinle yapacağın konuşmaların iyi geçeceğinden veya alacağın cevabın “doğru” olacağından ne kadar emin olabilirsin?
Cevap basit, olamazsın. Kendini dinlemeyi bilmiyorsan, söylediklerine kulak asmayıp kulağını “tıkaçla” kapatıyorsan, doğal olarak geri bildirim de alamazsın. Peki böyle bir durumda, karşındaki kişinin kendi hakkındaki düşüncelerini kendisine dahi anlatma becerisi yoksa, sana anlatabileceğini nasıl umarsın? Bunun da cevabı basit, ummamalısın. Ama en nihayetinde insan, ipuçları bırakır. Kişi kendine söyleyemediği, söylemekten çekindiği şeyleri karşısındaki ben’liğe rahat bir şekilde söyleyebilir. Bu üstünde fazlasıyla durulması ve etüt edilmesi gereken bir durumdur. İç hesaplaşma yapmamış olsa dahi bilinçaltında bu durum vuku bulur. Aklının bir köşesinde ileride kullanılmak üzere rastgele bir rafta bekler. Zamanı gelince de bunu karşısındakine belki bir tartışmada, öğüt vermede, üstünlük taslamada yahut tamamen tesadüf eseri ağzından kaçırır. İnsan kendine söylemekten korktuğu şeyleri, kendisine, başkaları aracılığıyla söyler. En temelinde olay, bu realitenin ağızdan çıkmasıdır. Bunun da en basit yolu, başkasına aktarırken ortaya çıkar.
“Senin insanları umursadığın filan yok! Zaten tek düşündüğün şey kendin! Hep kendi çıkarlarını ön planda tutuyorsun. İnsanlara hiç güvenmiyorsan, onların sana güvenmesini nasıl bekliyorsun? Sen adi bir pisliksin! Seninle olduğum için tiksiniyorum! Çok sıkıcısın. İnsanların seni yakınında istememesine şaşırmamalı, zaten kimse de seni sevmiyor…”
Bu ve daha nice örnekleri herkes hayatının bir noktasında karşı taraf için kullanmıştır. Asıl soru, burada mesajın iletildiği yer – receiver – gerçekten karşımızdaki kişi mi yoksa beynimizin bizimle başkaları aracılığıyla iletişime geçmesi mi ? Üzerinde durulması gerekilen bir soru olduğunu düşünüyorum.
İnsanın kurduğu her bir diyalog, kendisiyle kurduğu diyaloğun yansıması-gölgesidir-. Bundan dolayıdır ki bir kişiyi gerçekten tanımak için onun “garsona” nasıl davrandığına değil, tartışmada, öğüt verirken kurduğu cümlelerde, sinirli veya hüzünlü anlarında söylediği sözlerin arasına serpiştirdiği kırıntılara odaklanmak gerekir.
Haziran 2023 – İstanbul