Bessus adında biri bir serçe yuvasını yüreği hiç sızlamadan bozup yavruları öldürmüş, bundan ötürü kendisine çatanlara: Haklıydım, demiş; çünkü bu serçe yavruları durmadan beni babamı öldürmekle suçluyorlardı.
“Her gece kafamın içinde apar topar bir mahkeme kuruluyor. Hakiminden savcısına, davacısından izleyenlere, hatta mübaşir bile bana karşı ön yargılı gibi. Haksız da sayılmazlar üstelik. Karşı tarafın sunduğu iddialar ve onları destekleyen deliller oldukça sağlam ve de bolca tanıkları var. Bense -sanık olarak- bir başımayım, avukatım ise bir hayli yetersiz.”
Çok kez katıldım bu duruşmalara, hangi birinden beraat ettim bilemiyorum. Gerçi, bir iki tanesini de anımsıyorum ama ertesi gün başka kanıtlarla tekrardan açılıyor aynı davalar. Sonucun hep hüsran olmasını çaresizlikle izliyorum.
Geçen onlarca zamanın ardından, yılgınlık geliyor artık. Bir süre sonra kanıksıyorum bu durumu. Kitleler salyalarını saçarak histerik bir orgazm duygusunu tatmanın zevkiyle kendilerinden geçiyorlar. Tüm güç ve sistem onları destekliyor.
“Suçlu!” diye bağırıyorlar, “İşte orada, vurun kahpeye!”
İlkin korkuyorum; Hayır, diyorum, sandığınız gibi değil, açıklayabilirim. Çaresizlik içinde çırpınışlarım daha da hoşlarına gidiyor, sokakta ilerlemeye çalışırken yüzlerce farklı silüetin ağızlarından saçılan tükürüklerini görüyor ve hakaretlerini işitiyorum.
“Her şeyin sorumlusu işte bu. O, cezaların en kötüsünü hak ediyor. Kurtuluş imkanı vermeyin sakın!”
Sürekli kendimi açıklamak ve suçsuzluğumu ispat etmekle geçiyor günlerim, her inkar edişimde, her suçsuzum deyişimde başka bir fotoğrafı göstererek atıyorlar kahkaha.

“Sen değil misin ey günahkar insan, bu fotoğraflarda başrolü süsleyen?”
Hem evet hem de hayır diye bağırmak geliyor içimden, “beni bir dinleseniz, hikayenin öyle olmadığını anlayacaksınız” diyebiliyorum sadece. Artık gözleri bile gözükmüyor kalabalıkların. Ağzımdan çıkan her bir söze karşılık verecek cevapları var. Her karşı çıkışım, daha çok azdırıyor onları, adalet değil kan istiyorlar.
Damgalanıyorum.
Bu bile onlar için yetmiyor. “Yok öyle suçun kanıtlandıktan sonra normale dönmek, her gün bedel ödeyeceksin.” diyorlar. Bir türlü algılayamıyorum daha ne istiyorlar benden. Yine de susmakla yetiniyorum.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalıyor; fakat her şeyi unutanlar bir tek beni unutamıyorlar. Her yüz yüze gelişimizde, ceplerindeki taşlar ellerinde hazır bir vaziyette uygun fırsatı bekliyorlar. Onlar da ben de değişsem de, bir bana olan bakışları değişmiyor bir de beyaz kıyafetleri.
Saçlarım ağarıyor, sakallarım uzuyor. Gözler, eski gözlerim değil. Aynalar bile bakmaz olmuş artık bana, onlar dahi yüzlerini çevirip gidiyorlar gerisin geri.
“Ne gidesin artık diyorlar, ne de gelesin geri. “
Ellerimle kendi yansımamı parçalıyorum, belki görmemek umuduyla bu günahkar yüzü bir daha. Ansızın ırmaklar akmaya başlıyor dört bir yanımdan, “hayır” diyorlar, “kaçamazsın kaderinden”.
Sonraları anlıyorum yapmam gerekeni, üstümde ne varsa parçalayıp bırakıyorum ırmağa kendimi. Götür diyorum, nereye gidersem gideyim, sana bıraktım kendimi.

Bir dağın tepesine götürüyor ırmak beni, şaşırtıcı bir uysallıkla son kez selamlıyor benliğimi. Aç, susuz ve yorgun hissediyorum. Çareyi sadece yerlere kapanıp tapınağa girmekte buluyorum.
Yuvarlak, beyaz kolonlarla çevrelenmiş mermer bir tapınaktan giriyorum yavaşça içeri, ellerim ayaklarım kanamış sonradan fark ediyorum. Az ileride, tam ortasında tapınağın bir adam beliriyor. Sesleniyor Tanrı’ya -tıpkı birazdan benim gibi- ancak başı dik yere sağlam basıyor.
“Tanrım!” diyor gerinerek “Tanrım, öbür insanlara, soygunculara, hak yiyenlere, zina edenlere ya da – göstererek beni- şu vergi görevlisine benzemediğim için, diyor, sana şükrederim. Haftada iki gün oruç tutuyor ve tüm kazancımın veriyorum ondalığını.”
Kalkmıyor gözlerim göklere, kaldıramıyorum artık kafamı. Ellerim kanlı, döverek göğsümü:
“Tanrım!” diyebiliyorum sadece,
“Tanrım, ben günahkara
Merhamet et!“
Ekim 2023 – Antalya